29 Eylül 2009 Salı

BİR KARDELEN MASALI...

Bir varmış bir yokmuş ,uzak ülkelerin birinde, dağların doruklarında güzeller güzeli Dağ Fulyası yaşarmış.Baharın ilk belirtileriyle uzun kar uykusundan uyanır, güneş sıcaklığını iyice hissettirmeye başladığı günlerde tomurcuklanır, yaz boyunca da çiçekleriyle çevresine binbir renkler saçar, kokusu ile, güzelliği ile, güzelliğinden çok o mahçup saf duruşu ile herkesi kendine hayran bırakırmış. Doğa ananın da en sevgili yavrusu, herşeylerden sakınıp gözettiği en nadide çiçeği imiş bu Dağ Fulyası. En yakın arkadaşı Nergis'le sıcak yaz günleri boyunca gülüşürler, oynaşırlar, bütün doğayı neşeyle donatırlarmış. Fulyacık Nergis'ini çok sever bir dediğini iki etmezmiş. Elinden gelse tüm dünyasını Nergis'le paylaşmak istermiş. Nergis'te çok güzelmiş ama Fulya'nın saflığına karşı son derece kurnaz, işveli, cilveli, bir kızmış. Fulya'yı çok sever, onunla arkadaşlığını sürdürmek için kendini ona benzetmeye çalışır, ama içten içe de Fulya'nın herkes tarafından sevilmesine tahammül edemez, herkes kendini daha çok sevsin istermiş. Fulya'nın tüm çiçekleri sabırla dinleyip, hepsine yardım etmek istemesine, herkese çözüm getirmeye çalışmasına hayret edermiş. Çünkü, Nergis çiçek için doğadaki en önemli şey kendisiymiş, kendi duyguları kendi düşünceleri , herkesin, herşeyin üstünde imiş. Fakat Fulya'ya özel bir değer verir, onun hayranı olduğu saflığını korumak için olası tüm kötülüklerden sakınmak istermiş. Fulya ise hep tebessümle karşılarmış Nergis'i zira, Doğa annesinin de aynı koruyucu kollayıcı davranışlarına alışık olduğu için Nergis'e ayrıca çok güvenir, inanırmış. Bu arada aşağılarda , dağların, vadilerin ötesindekiovalarda ise Bahar Rüzgârı yaşarmış...Bu rüzgârın en sevdiği iş, ovanın tüm çiçeklerine gezip gördüğü yerleri anlatarak onlara yeni heyecanlar, yeni ufuklar göstermek ve onların hayranlığını, sevgisinikazanmakmış. Birbirinden değişik ilginç öykülerle çiçeklerin gönlünü çelip en masum görüntüsünü takınıren hoş sesiyle onlara birbirinden güzel şarkılar söyler,eğlendirirmiş. Çiçekler kendilerinden geçip, hayranlıklaonu dinlerken, o fark ettirmeden çiçek tozlarını alıpkoynunda gizlediği kutusuna atarmış. Bahar Rüzgârı, bu çiçek tozlarını karıştırıp bir gün kendine en güzel kokulu, en güzel renkli çiçeğini oluşturacağını hayal ederyüreği bu hoş beklentiyle çarparmış. Fakat aldığı her çiçek tozundan sonra yine bir eksiklik hissedip daha güzel, daha ışıltılı,binbir renkli, çok daha güzel kokulu çiçekler aramaya çıkarmış. Rüzgâr, bir gün yine bu amaçla ovadan ayrılıp vadiye doğru yola çıkmış. Vadiye geldiğinde birden çok farklı bir çiçek kokusu hissetmiş, etrafına bakınmış ama görememiş.Çünkü kokuyukarılardan geliyormuş. Başını kaldırıp dağa doğru bakmış. Tepelere yaklaştıkça kokular daha da yoğunlaşırken içlerinden ayırt edici bir koku tatlı tatlı başını döndürüyor, onu daha yukarılara çekiyormuş. Sonunda onu görmüş. İlk önce heyecandan yanına yaklaşamayıp uzaktan seyre dalmış. Fulya çiçek olacaklardan habersiz pervasızca çevresindeki arkadaşlarıyla şakalaşıyor, çocuklar gibi neşeli kahkahalar atıyor, gülerken gözlerinin içi gülüyormuş. Rüzgâr nasıl olup da bugüne kadar çevresine eşsiz ışıltılar saçan bu çiçeğin varlığından habersiz yaşadığına hayret etmiş. Hemen harekete geçmeye karar verip hafif hafif Fulya'nın etrafında esmeyebaşlamış. Bir yandan da bildiği en güzel şarkıları söylüyormuş. Fulya bu beklenmedik hoş esintiyi heyecanla karşılamış, kendine yeni ve çok farklı bir arkadaş edineceğini hissetmiş. Çünkü arkadaşı Dağ Rüzgârının keskin esintisine karşı Bahar Rüzgârı tatlı bir meltem edasıyla yapraklarını okşuyor, yıpratmadan dinlendiriyormuş. Güzeller güzeli çiçek, rüzgârın coşkulu, tutkulu heyecanlı sesini büyük bir hoşnutlukla dinlemeye koyulmuş...Rüzgar, Fulya'ya ovadaki güzellikleri, gezip gördüğü yerlerdeduyup işittiği ve yaşadığı ilginç hikayelerini anlatırkenonun da başını döndürüp çiçek tozlarını alacağı anı hayalediyor ve yüreği bu anın heyecanı ile deli gibi çarpıyormuş. Fakat kendindeki bu yeni duygulara kendide şaşırıyor, Fulya çiçeğin tüm dünyasını merak ediyor, daha yakındantanımak için çırpınıyormuş. Bu nedenle çiçek tozlarını almak için biraz daha sabredip Fulya ile arkadaş olmaya karar vermiş. Rüzgâr, Fulya çiçeğin dünyasına girdikçe hayranlığı daha dabüyümüş, onunla konuşmak, onun fikirlerini duymak, kendini dinlerken hüzünlü hikayelerde hemen buğulanıveren gözlerine dalıp gitmek, neşeli hikayelerde kahkahalarına karşılık vermek Rüzgarda tutkuya dönüşmüş. Fulya'nın kokusu renklerindeki saflık, konuşmalarındakendini hissettiren bilgeliğini, çocuksu ifade tarzı, helesesindeki o içine işleyen ince tını bugüne kadar hiçbir çiçekte rastlayamadığı özelliklermiş. Fulya ise dinlediği o harika hikayelerle, kendini dünyanın her yerine götürdüğüne inandığıbu yeni arkadaşı yüzünden tüm arkadaşlarını ihmal etmeye başlamış. Zamanını hep Rüzgarla beraber geçirmek istiyormuş.Zira Rüzgâr öyle güzel konuşuyor ve o kadar çok şey biliyormuş ki, Fulya'nın dünyası yepyeni renklerle bezeniyormuş. Günler geceler boyu birlikte konuşmuşlar, gülmüşler, ağlamışlar. Bahar Rüzgârı Fulya'nın bütün güvenini kazanmış. Fulya bu arada Nergis'i ihmal etmemeye çalışıyor onada rüzgâr'ın anlattıklarını anlatıyor ve ikisini tanıştırırsa birlikte harika bir dünya kuracaklarını çok eğleneceklerini söylüyormuş. Nergis, Fulya'yı ilk kez bu kadar heyecanlı görüyor ve onubu kadar etkileyen birini çok merak ediyormuş. Rüzgâr ise çiçek tozlarını aldığı takdirde Fulya'nınarkadaşlığını kaybedeceğini bildiğinden bu çok istediği, beklediği anı sürekli erteliyormuş. Fakat aklında dayaratacağı o muhteşem çiçek olduğundan dağdaki diğer çiçeklerle arkadaşlık kurup, onlarada aynı hikayeleri, aynı şarkıları anlatarak başlarını döndürüyor ve çiçek tozlarınıalıp saklıyormuş. Bir gün Fulya, Rüzgâr'ın tüm yaptıklarını görmüş. Fakat çiçek tozlarını saklamasını anlayamamış. Zira çiçek tozları, çiçekler için hayati önem taşıyormuş.Tüm çiçek arkadaşlarının ertesi baharlarda yeniden canlanıp gün ışığına kavuşmaları için bu tozların yeniden toprağa düşmesi gerekiyormuş. Oysa rüzgâr onları kendine saklayarak çiçeklerin ömürlerini sona erdiriyormuş. Fulya çok üzülmüş, onun derin düşünceli hali Doğa annesini de endişelendirmiş. Bu arada Fulya, istemeyerek Bahar Rüzgârı'nı Nergis'lede tanıştırmış. Ama Nergis'inçok akıllı olduğunu ve Rüzgâr'ın büyüsüne kapılmayacağını düşünüyormuş. Oysa Rüzgâr, Nergis'in ışıltılı renklerini öyle bir övgülerle anlatmaya başlamış ki.. Hele Rüzgâr'ın şarkılarında ki,o heyecanlı sesi duyunca Nergis de tüm diğer çiçekler gibi büyülenmiş ve çiçek tozlarının gitttiğinin farkına bile varmamış. Fulya büyük bir korku ve üzüntü ile olanları izliyormuş.Hemen evine dönüp Rüzgâr'a, evinin tüm kapı ve pencerelerini sıkı sıkıya kapatmış. Rüzgâr, Fulya'nın olanları gördüğünden habersiz, kendinden emin bir şekilde büyük bir kibir ve iki yüzlülükle Fulya'nın evinin önüne gelmiş. Her zamanki gibi Ona ne eşsiz bir çiçek olduğunu, kokusuyla onu büyülediğini, çok uzaklardan bu koku ile kendisini çekipgetirdiğini en etkileyici sesi ile söylemeye başlamış. Fulya çok büyük üzüntüler içinde perdenin arkasından sessizce Rüzgâr'ın anlattıklarını dinliyormuş. Rüzgâr, kapıların açılmayışına anlam verememiş. Tekrar Fulya'ya ne kadar çok değer verdiğini söyleyip en hüzünlü sesiyle ona şarkılar söylemeye devam etmiş. Fulya, gözyaşları içinde kapılarını açmadan Rüzgara her şeyi gördüğünü ve yaptıklarını çok yanlış bulduğunu, çiçeklerin yaşamlarının sürekliliği içino tozlara ihtiyacı varken kendisinin büyük bir duyarsızlıkla,herşeyi önceden planlayarak tozları çaldığını söylemiş. Rüzgâr, Fulya'nın tepkisini çocukça ve anlamsız bulmuş. O tozlara kendi mükemmel çiçeğini yaratmak için ihtiyacı olduğunu Fulya'ya anlatmaya çalışmış ama Fulya onun yaptıklarını asla anlayamayarak bencillikle suçlayıncabüyük bir kızgınlıkla oradan uzaklaşmış. Nergis ise olanlardan habersiz Rüzgârla arkadaşlığına devam ediyormuş. Rüzgâr kendi mükemmel çiçeği için sakladığıtozları arasında Fulya'nın eksikliğini içinde duyarak, kutusunu açmış, bir daha ki bahara kendi muhteşemçiçeğini oluşturmak amacıyla çiçek tozlarını toprağaserpmek istediğinde birde ne görsün tozların hepsi kutunun içinde günlerce havasız kalmaktan bozulup küflenmemiş mi? Rüzgâr, her çiçek tozunun kendi doğal ortamı içinde sadece ait olduğu çiçek olarak yaşayabileceğini çok geç anlamış. Yinede büyük bir kibirle doğanın kanunlarına karşı geldiğini binlerce çiçeğe sonbaharı yaşattığını görmezden geliyor,diğer yandan içinde Fulya'nın yokluğundan kaynaklananbüyük bir boşlukla tüm hedef veamaçları tükenmiş bir şekilde avare esip duruyormuş...Fulya, gördüklerine yaşadıklarına dayanamıyor büyük acılar çekiyormuş. Hele bir dahaki baharda hiçbir arkadaşının olamayacağını düşündükçe, Nergis'inin bile Rüzgâra kapılıp gittiğini görmek, onu kaybettiğini bilmek Fulya'nın büyük üzüntülerle hastalanmasına neden olmuş. O incecik zarif boynu bükülmüş, günden güne sararıpsolmuş. Doğa anne üzüntüsünden ne yapacağını bilemiyor en değerli yavrusunun gözünün önünde eriyip gitmesini, hastalıktan ölecek hale gelmesini önleyecek çareler arıyormuş. En sonunda aklına çok güzel bir fikir gelmiş. Hemen Dağ Fulyası'nın yanına gelerek, onun vaktinden çok önce uyumaya başlaması gerektiğini söylemiş. Fulya çiçek derin üzüntülerle minicik yüreği çok yorgun olduğundan henüz daha bahar aylarında olmasına rağmen annesinin kollarında kolayca uyumuş.. Günler haftalar aylar boyunca hiç uyanmamış.. Böylece tüm yaz ve sonbahar aylarını uykuda geçiren Fulya bir gün kulağında Doğa annesinin tatlı mırıltılarını duyarak gözlerini açmış. Yüreğinin nedeninihenüz bilemediği büyük bir huzur ve mutluluk ile dolu olduğunu hissediyormuş. Gördüklerini anlamaya çalışıyor,muazzam bir beyazlığın ortasında gözleri kamaşıyormuş.Adeta tüm evren, bu güzel ve cesur çiçeğin yüreğini huzurla doldurmak istercesine büyük bir sessizlik içindeymiş. Karların Prensi ise büyük bir şaşkınlıkla kardan pelerinin altından adeta yüreğini delip çıkan bu çiçek karşısında nefesi tutulmuş, gözlerine inanamayarak bu güzel çiçeğin yaşama yeniden gülümsemesini izliyormuş. Hayatında ilk kez böylesinegüzel bir çiçekle karşılaşmış. Zaten zavallıcık hayatı boyuncahiç çiçek bile göremiyormuş ki, kış boyunca doğadaki tüm canlılar kış uykusuna yatar, her yer derin bir sessizliğe gömülürmüş. Fulya da doğaya böylesine muazzam güzellikler veren ve büyük bir huzur içinde uyumasınısağlayan karlar prensine mutlulukla gülümsüyormuş.Tüm ruhu ve incecik zarif gövdesi ile sadece karlar prensine yönelmiş, gözleri sadece onu görsün, yüreği sadece on duysun istemiş. İşte; o günden beri tüm doğa, Dağ Fulyasına KARDELEN demeye başlamış. Zira, karları delip yeryüzüne çıkabilen tek çiçek Kardelen olmuş. Karların ve KarlarPrensi'nin tek çiçeği ... Kardelenle Karlar prensi birbirlerine hiç beklemedikleri bir anda kavuşmanın sevinci ile sonsuza dek büyük bir mutlulukla yaşamışlar...

2 yorum:

Cocukla Cocuk dedi ki...

içinde fulya olunca ilgimi çekti ne hoş bir hikayeymiş bu...demek dağ fulyasına kardelen deniyor bunu da bilmiyordum teşekkürler paylaşım için

ENERJİ dedi ki...

Çocukla çocuk,rica ederim.Ben de yeni öğrendim canım:))